19 Mart 2015 Perşembe

Süper Lüks Restoranlar ve Eserleri



Çoğumuz bir zaman aralığı bulup, afilli, şık restoranlara gitmişizdir. İstanbul’da binlerce restoran mevcuttur ve sayıları her geçen gün artmaktadır. Avrupa mutfağı, dünya mutfağı, uzak doğu, japon, çin, asya, hint derken neredeyse her mutfağı dilediğimiz zaman tadabileceğimiz binlerce alternatifimiz mevcuttur. Bunlar gibi lüks ve zengin mutfaklı mekanlara, bazılarımız bazen gitse de, bazılarımız için bu durum restorana “ müdavim olma” seviyesindedir. Elbette bu tarz mekanların kendilerine özgü marka değerleri, servis/hizmet kaliteleri, yüksek standardları ve zengin mönüleri vardır. Örneğin ben egeli biri olarak otlara bayılırım. Otlu yemeklerin her şekli kabulümdür. Sanıyorum ki benim gibi arkadaşlarım da bir hayli fazla. Bu restoranlar ayakta durmayı bir yana bırakın, her geçen gün önüne geçilemez şekilde markalaşıyor ve adlarını duyurmayı başarıyorlar, tebrik ederim. Elbette bunun arkasında birbirinden başarılı isimler var. Mekanın işletmesinden, çalışanlarına kadar koca bir ekip bu ve benzeri yüksek kaliteli yerleri bizlerle buluşturmayı hedefliyor. Restoranın konumlandırıldığı yer de elbette bu başarının bir parçası... Nerede işlettiğiniz bu anlamda çok önemli. Nişantaşı, Etiler, Ulus gibi yerler adlarını daha hızlı duyurmakta ve kısmen iddialı semtlerimiz arasında. Elbette bu durum, turistlerin sıklıkla ziyaret ettiği bölgelerde de farklı değil.

Yiyeceklerin tarzlarına gore, birbirlerine uyumlu gruplar halinde sıralanmalarıdır aslında “mönü” dediğimiz, fransızca sözcük.  Bu nadide restoranlarımızdaki mönü çeşitliliği insanların kalbine giden yollara dönüşüp, bizleri feth ediyor. Ancak zaman zaman, mönüde gördüğümüzde dahi, garsona “bu ne yani?” dediğimiz, bizim kültürümüze tamamen yabancı, farklı kültürlere ait değişik ve asortik yemekler mevcut. Bu tarzlardan bazılarını yemek bir yana, tadı güzel olsa bile, uzun isimleri nedeni ile, görünce insanın canı ne yemek, ne de sipariş vermek istiyor, bknz: “Yufkalı bonbon eşliğinde mandalinalı mus”  Yani?

Önünüze geldiğinde öylece baktığınız, porsiyonları, gözünüzü daha başından aç bırakan bu leziz tarifler aslında birer sanat eseri. Olay burda zaten... Bizim alıştığımız porsiyonların dışında, tıka basa doymak değil olay, olay şölenle buluşmak, sanatı algılamak ve bedelini ödemek aslında. Sizin tanışamadığınız o muazzam “aşçı”,  bu yemeği çıkarırken, sizin ne kadar aç olduğunuz ile ilgilenmez, zira amacı midenizi memnun etmekten öte, sanatını sergilemektir ve daha ziyade görsel şölen sunmanın peşindedir, kendine özgü stili ile. Takdire şayan! Bu tarz hizmet veren şık restoranlarda bu nedenle sunulan yemeğin doyurucu olması değil, “unique” olması esastır. Genelde kullanılan malzemeler aşağı yukarı benzerdir, et, tavuk, balık vs. Burada olay aynı ürün ile farklı tasarımlar yaratabilmek, denememişi denemek, hem göze, hem damağa hitap edebilmektir. Sanatçılarımız bu konuda “şef” isminden çok daha fazlasını hak ederler kanımca... Örneğin çok beğendiğim bir mutfak sanatçısını paylaşmak isterim ki değişik kombinasyonlar ile hayatımızda bir kere bile olsa yine de denemek isteyeceğiniz alternatifler yaratır durmadan.





(Alıntıdır) Britanya İmparatorluk Nişanı ile ödüllendirilen Jamie Oliver’ın imza yemeği olarak kabul edilebilecek yemeğimiz ise:  “Muz yaprağında balık buğulama”





Onur nişanları, Kraliyet Ödülleri gibi hatırı sayılı, ömürlük, çok değerli ödüllerdir bunlar, kendine has üslubu olan sanatçılarımızın layık görüldüğü, muazzam sunumlar, başarılı işler sayesinde alınırlar, gurur verici onlar adına ve deneyen insanlar adına, alkışlar...

Saygılar sunarım




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder